Erdoğan New York’taki Türkevi’nde soruları yanıtladı: Yok olalım istiyorlar, iç cepheyi çökerttirmeyiz
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Birleşmiş Milletler 79. Genel Kurulu için bulunduğu ABD’nin New York kentindeki Türkevi’nde bir grup gazeteciyle bir araya geldi.
Ziyaret programı ve görüşmelerine ilişkin bilgi veren Erdoğan, gazetecilerin gündeme yönelik sorularını yanıtladı.
Erdoğan Türkiye’nin BRICS üyeliğine ilişkin bir soruya “Bu yapıların içinde yer almak NATO’dan vazgeçmek anlamına da gelmiyor. Bu ittifak ve iş birliklerinin, özellikle birbirinin alternatifi olduğunu düşünmüyoruz. Bize “BRICS’e ya da başka bir yapıya girmeyin” diyenlere baktığınızda yıllardır parçası olmak için çalıştığımız Avrupa Birliği’nin kapısında bizi yıllarca bekletenlerle aynı kişiler. Biz bunlara bakarak asla geleceğimizi belirleyemeyiz” cevabını verdi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni anayasa tartışmalarındaki ‘ilk 4 madde’ krizine ilişkin “Konuyu ilk 4 maddeye sıkıştırmadan, “Biz nasıl bir anayasa yapmalıyız?” sorusuna odaklanmalıyız” ifadelerini kullandı. Erdoğan “Bizim anayasanın ilk 4 maddesiyle herhangi bir sorunumuz söz konusu değil. Bütün bunlarla beraber anayasanın satırları arasında dolaşan darbeci zihniyetle bizim problemimiz var” dedi.
Erdoğan, 30 Ağustos’ta yaptığı konuşmadaki iç cepheye vurgusuna ilişkin bir soru üzerine “Zorluk mu var, aşarız. Sorun mu var, çözeriz. Sıkıntı mı var, birlikte üstesinden geliriz. Düştük mü, birbirimize tutunur yeniden kalkarız. Renklerimiz, şeklimiz farklı olabilir ama bir araya gelir en eşsiz motifi oluştururuz. İşte iç cephemizi çökertmeyi amaçlayanların odaklandığı yer bu ruh. Bu ruhu paramparça etmeye çalışıyorlar. Bir daha birbirimize tutunmayalım. Kendi kapsüllerimizde herkesten ayrı köşelerde ömür tüketip, yok olalım istiyorlar” diye konuştu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 30 Ağustos’ta teğmenlerin kılıçlı yeminine ilişkin ise “Kılıç meselesine gelince, bu mesele birkaç kendini bilmezin ne yazık ki ortaya koyduğu bir karmaşaydı. Bu işin içerisindekiler kimlerse bunların hak ettikleri cezayı almasını temin edeceğiz. Biz bu kendini bilmezlerin at oynattığı meydana ülkemizi kesinlikle bırakamayız” ifadelerini kullandı.
Erdoğan’ın sorulara yanıtları şöyle oldu:
‘ÇOK GARİP BİR TAVIR İÇİNDEYDİLER’
7 Ekim’in yıl dönümüne çok az bir zaman kalmışken, Filistin’de 41 bin insanın ölümü ortadayken, Birleşmiş Milletler nezdinde İsrail’i engelleyecek somut bir adımın atılamamış olmasını, liderler düzeyinde ortak bir itirazın yükselmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz? İsrail Uluslararası Adalet Divanı’nda yargılanırken Netanyahu buraya geliyor. Genel Kurula katılması, konuşma yapması bekleniyor. Bu çelişkiye yorumunuz ne olur?
Filistin’de soykırım yapmış bir suçlunun Birleşmiş Milletler çatısı altında yer alabilmesi gerçekten bir utanç vesilesidir. Bu, vahşice katledilen bebeklerin, çocukların, annelerin, babaların Birleşmiş Milletler görevlilerinin, gazetecilerin ve daha nicelerinin hatıralarına ihanettir. Dün, bizim Birleşmiş Milletler Genel Kurulu konuşmamızın akabinde İsrail delegasyonunun tavırlarına dikkat ettiyseniz, çok garip bir tavır içindeydiler. Çünkü kendilerini savunacak halleri yok. Duruşları zaten bunu gösteriyor. Bu nedenle biz herkesi tarihin doğru tarafında durmaya çağırdık ve çağırıyoruz. Mazlumla zalimi, katille maktulü ayıramayan ve her birine hak ettiği muameleyi yapamayan bir düzen, çürümeye yüz tutmuş demektir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ya o katile hak ettiği gibi davranır ya da bu utanç verici durum Birleşmiş Milletler tarihine bir kara leke olarak geçer. Maalesef olacak olan da budur. İsrail, Birleşmiş Milletler kararlarına zerre saygısı olmayan, Birleşmiş Milletler’in ilkelerini defalarca çiğnemiş bir devlettir. Böyle bir devlete gereken dersi yazılı ve görsel materyallerle vermek, inanıyorum ki en önemli görevdir.
‘BM, GÜÇLÜNÜN HAKLI OLDUĞU BİR DÜZENE BEKÇİLİK YAPIYOR’
Birleşmiş Milletler 79 yıllık tarihinde ilk defa kendi geleceğini masaya yatırıyor. Bu, bir anlamda Birleşmiş Milletler’in dünya düzeninde bir karşılığının olmadığının artık resmen kabul edildiği anlamına geliyor. Siz ise 2005 yılındaki ilk hitabınızda, Birleşmiş Milletler’in reform yapması, yapısını değiştirmesi gerektiğini vurgulamıştınız. Aradan geçen 20 yılda Birleşmiş Milletler’in dünyanın adaletini ve barışını tesis edemediği bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Gelinen bu noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron da benzer bir eleştiride buluşmuştu geçtiğimiz günlerde. Gelecek tartışılıyor. Gelecek çoktan geçmiş olabilir mi?
Birleşmiş Milletler, savaşları önleme misyonunu yerine getiremeyen, kimseye söz dinletemeyen, kendi görevlilerini dahi koruyamayan ve onları öldüren İsrail’den hesap soramayan bir pozisyondadır. Nitekim dün Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Gueterres ile yaptığımız görüşmede bana kayıp rakamını verince gerçekten çok şaşırdım. Ciddi sayıda Birleşmiş Milletler görevlisi şu anda İsrail’in katliamlarına kurban gitti. Birleşmiş Milletler, güçlünün haklı olduğu bir düzene bekçilik yapan bir yapıya dönüşmüş ve işlevselliğini yitirmiş durumdadır. Mevcut düzende Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin dokunulmaz beş üyesi, istediğini acımasızca yapabiliyor. Zaten geçici üyelerin herhangi bir fonksiyonu yok. Konseye geçici üye olarak alınan devletler orada idare ediliyorlar. Peki bu daimi üyeler nerelerden? Asya, Avrupa, Amerika… Dini noktada da dünyada Müslüman ülkelerin sayısı belli, ama Müslüman ülkelerden hiçbiri daimi üyeler arasında yer almıyor. Şimdi Afrika daimi üyelik istiyor. Peki Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nde Afrikalıya yer var mı, yok. Japonya üyelik istiyor mu, istiyor. Peki yer var mı, yok. Avrupa’dan Almanya istiyor. Almanya’ya da yer yok. Türkiye olarak biz de istiyoruz. Bize de yer yok. Niye? Türkiye olarak biz, Almanya, Japonya burada istediğini alamayan ülkeler konumunda. Biz haklı talebimize devam edeceğiz. Sayın Guterres de yaptığımız görüşmede bize hak verdi ama bu hakkı teslim etmek gibi bir güçleri, bir imkanları da yok.
‘ALLAH’IN DA BİR HESABI VAR’
Birleşmiş Milletler hitabınızda da ifade ettiniz, İsrail, Gazze’den sonra Lübnan’a da saldırmaya başladı. Bunu, İsrail’in aslında savaşı bölgeye yaymaya çalıştığına bir delalet olarak değerlendirdiniz. Bir de İran’ın İsrail’e vermek istediği cevap hakkının mahfuz olduğuna dair yaklaşımı var. Bunu da katarak olası bölgesel bir savaş durumunda Türkiye’nin pozisyonu, durduğu yer nasıl olur? Nasıl bir aksiyon alır ya da almaz?
Her şeyden önce burada çok ciddi bir travma yaşanıyor. Bu travmada acıyı çeken maalesef Lübnan halkı. Bugün Lübnan’ın güneyinin tahliyesini izledim. Çok acımasız bir tablo var. Herkes at arabalarında ve çoluk çocuk bölgeyi boşaltıyorlar. Hakikaten canımız yanıyor. Bu kadar acımasız, bu kadar korkunç bir tabloyla bölgemiz karşı karşıya. 6 milyon nüfusu olan Lübnan’dan söz ediyoruz. Bu insanlar nereye, nasıl kaçacaklar? Oralarda nasıl yaşam sürdürecekler? Bunlar aç, açıkta, giyim kuşam yok araçlarında. Battaniyeleri, neleri buldularsa onları, yanlarına alıp bölgeyi terk ediyorlar. Bu Lübnan, rahmetli Refik Hariri’nin döneminde bir başka Lübnan’dı. Çok daha zengindi, güçlüydü. Ama şu anda artık o Lübnan kalmadı. Şimdi Lübnan’ın yeniden kendine gelmesi için onlara imkanlar sağlayacağız, bu durumu yeniden nasıl aslına dönüştüreceğiz onu düşüneceğiz? Temennimiz odur ki Lübnan bir an önce bu travmayı atlatsın. Bugünkü televizyon yayınlarında izlediğim kadarıyla Lübnan’ın durumu çok kötü. Rabbim yar ve yardımcıları olsun. Diğer taraftan İsrail bir rüya görüyor, o rüyasını gerçekleştirmek için bölgemizdeki halkların yaşamlarını kabusa çevirmeyi de göze almış gibi görünüyor. Zamanında Hitler de bir rüya görmüştü ve o da çeşitli milletlere mensup halklara kabus yaşatmıştı. Neticede gördüklerinin bir rüya olduğunu net bir şekilde anladı. Er ya da geç günümüzün Hitleri Netanyahu da bu gerçekle yüz yüze gelecek. Herkesin bir planı var ama biz inanıyoruz ki Allah’ın da bir hesabı var.
Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy’i kabul etmiştiniz. Ukrayna Cumhurbaşkanı’nın daha önce olası bir barış konferansında aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerle istişareler yapıldığını söylediğini biliyoruz. Ukrayna barış konferansı ile ilgili konu gündeme geldi mi? Eğer böyle bir durum olursa, olası bir barış konferansı Türkiye’de mi yapılacak?
Biz bu konferansın içinde yer almaya hazır olduğumuzu söyledik. Bu konuda yine aynı şekilde gerek Dışişleri Bakanı Hakan Fidan gerek istihbarat teşkilatımız onlarla irtibat halinde olacaklar. Temennimiz odur ki bölgeye bu barışı getirebilme noktasında Türkiye olarak biz bu işin bir yerinde yer alırız. Biz Ukrayna-Rusya savaşında adil bir barışı belki de en çok arzulayan ülkeyiz. Elimizi taşın altına koymaktan çekinmedik ve barış için çabalıyoruz. Bu savaşın diplomasi ve diyalog yoluyla sona ermesi mümkündür. Yeter ki sorunları bu yolla çözebileceğimize hem savaşan taraflar hem diğer aktörler inansın. Şu anda maalesef buna yakın değiliz. Biz hem Ukrayna hem Rusya tarafıyla görüşebiliyor olmamızı barışa giden yolda bir avantaj olarak görüyoruz. Bu zorlu yolu yürüyebilir ve hedefe ulaşabilirsek, insanlığa büyük hizmet etmiş olacağız. Taraflar kışkırtmaları, silahlanma yarışını, insanların değil silahların konuştuğu bir düzeni terk etmeden, barış umudu somut bir biçimde doğmayacak. Fakat biz yılmadan o umudu aramayı sürdüreceğiz. Gayretleri artıracak ve daha çok çalışacağız.
‘YOZLAŞMA BAŞLAMADAN TEDBİR ALMAK GEREKİR’
Görevden ayrılan NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg veda konuşmasında “Güneyde Türkiye olmadan Avrupa Kıtası’nın güvenliği öngörülemez, imkansız” diye bir açıklama yaptı. Bu açıklamayı nasıl değerlendirdiniz? Avrupa Türkiye’nin yeterince kıymetini biliyor mu? Oranın bakışını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben Sayın Stoltenberg’e hakikaten görevi boyunca Türkiye’yle olan münasebetlerini en ideal şekilde sürdüren bir Genel Sekreter olarak bakıyorum. NATO Genel Sekreterliği boyunca bunu başarıyla sürdürdü. Türkiye’yle münasebetlerinde de hiçbir zaman olumsuz bir çizgi çizmedi. Sayın Rutte ile bakalım bu durum nasıl devam edecek? Yeni Genel Sekreter Mark Rutte ile de Hollanda Başbakanlığı süresi içerisindeki dostluğumuz iyiydi. İnşallah NATO Genel Sekreterliği’nde de bu dayanışmayı, bu birlikteliği yine devam ettiririz. Kurucu değerlerinden uzaklaşan ve onlara sahip çıkamayan uluslararası kuruluşlar ve ittifaklar yozlaşır. Bu temel arızayı gideremezlerse artık ana görevlerini dahi yapamaz hale gelirler. NATO eğer “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” ilkesini “hepimiz bazılarımız için, bazılarımız hepimiz için” gibi bir forma dönüştürme tehlikesi ile yüz yüze gelirse o yozlaşma başlar. Bunun için tedbirler almak ve vakit geçirmeden uygulamak gerekir. Hele konu güvenlik gibi hayati bir husus ise ilkelerden milim sapma olmamalıdır. Türkiye, NATO içerisinde yükümlülüklerinin de sorumluluklarının da farkında olan ve bunları eksiksiz yerine getiren güvenilir bir müttefiktir. Türkiye’nin NATO için ne kadar kıymetli olduğunu Avrupa’nın bildiği ancak zaman zaman bunu göz ardı ettiğini görüyoruz.
‘HEPSİ F-35 KONUSUNDA BİZE HAYAL KIRIKLIĞI YAŞATTILAR’
Kasım ayında malum Amerika Birleşik Devletleri seçime gidiyor. Türkiye-Amerika arasındaki ilişkilerde malum sorunlar bulunuyor. Özellikle terör örgütüne verdiği destek aralıksız sürüyor. Bu noktada başkanlar değişiyor ama bu müttefikliğe yakışmayacak tavırlar değişmiyor bir şekilde. Seçim sonu beklentiniz nedir? Yani Donald Trump veya Kamala Harris, yeni başkanla beraber nasıl bir değişim yaratabilir böyle bir değişim olur bu? Örneğin F-35 programına yeniden dönüş olabilir mi?
Temennim odur ki gelen gideni aratmasın. Çünkü, Amerika’da F-35 konusunu bizler yalnız Sayın Donald Trump döneminde yaşamadık, sonrasında da devam etti. Hepsi de bize bu hayal kırıklığını yaşattı. Cumhuriyetçiler de yaşattı, Demokratlar da… Şimdi yeni süreçte bunun sürüp sürmeyeceğini göreceğiz. 1 milyar 450 milyon dolar alacağımız var. Bu öyle böyle bir rakam değil. Şimdi bu alacağımızı tahsil etme noktasında da adımlarımızı atmaya devam edeceğiz. Bütün bunlarla beraber kasım seçiminin neticesi ne getirecek ne götürecek? Bunu da görmemiz lazım. Bizler bu işin sonucunda temennim odur ki Türkiye -ABD arasındaki ilişkileri de buna göre tekrar teraziye koyacağız. Adımlarımızı da ona göre atacağız. Umarız netice hayırlı olur.
Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’la bir görüşmeniz oldu. Paşinyan bugüne kadar verdiği mesajlarda hem Türkiye ile hem Azerbaycan ile ilişkileri daha ileri bir seviyeye çıkarma noktasında arzulu olduğunu ifade ediyor. Dünkü görüşmenizde özellikle Zengezur Koridoru’nu dikkate alarak Türkiye-Ermenistan ilişkileri ve Türkiye-Azerbaycan ilişkileriyle daha ileri bir noktaya geçirebilecek kararlar alınabilir mi?
Sayın Paşinyan’ın yaklaşımına baktığımız zaman olumsuz bir havada görünmüyor. Türkiye olarak bizden Ermenistan-Azerbaycan arasındaki barış anlaşmasını, huzur içinde komşular olarak yaşamalarını bir an önce sağlamamızı istiyorlar. Biz de zaten bunun peşindeyiz, bunun gayreti içerisindeyiz. Temennim odur ki, Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu gelişmeleri inşallah peyderpey halledelim, çözelim ve Azerbaycan-Ermenistan arasındaki bu sıkıntıları aşmak suretiyle artık yola revan olalım. Çünkü her iki taraf aslında barıştan yana. Şu anda Azerbaycan böyle bir beklentinin, gayretin içerisinde. Ermenistan’da da bunu gördük. Bizler oluşacak huzur ve barış ikliminin herkes için en iyisi olacağını düşünüyoruz. Ermenistan ile Azerbaycan barışı iki ülke için de yeni fırsatlar ve kazançların kapısını aralayacaktır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki normalleşme süreci de bu barış sürecinin olumlu neticelenmesi ile müspet istikamette etkilenecektir.
‘BİZE BRICS’E GİRMEYİN DİYENLER…’
Son süreçte Türkiye’nin BRICS gibi Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği gibi farklı alternatif küresel ortaklıklar içine girmek noktasına gayretlerini arttırdığını görüyoruz. Dışişleri Bakanımızın da bu yönde gezileri, açıklamaları oldu. Sizin de önümüzdeki ay BRICS zirvesine katılmanız söz konusu sanıyorum. Bu anlamda yabancı basında bazı eleştiriler okuduk, NATO üyesi olan Türkiye’nin, BRICS üyesi olmasına dair eleştiriler okuduk. Bu anlamda BRICS’e üye olmak noktasında olumlu ya da olumsuz gördüğünüz öngörüleriniz nelerdir?
Her şeyden önce bizim BRICS ve ASEAN’da yer almamız, buralarda görünmemiz, inanıyorum ki bölgelerin aritmetiğini de değiştirecek. Çok daha farklı bir yapının inşasına vesile olacak. Orta Asya, Rusya, Baltık bölgesi ya da Uzak Doğu ile ilişkilerimiz kadar Kıta Avrupası ve Amerika ile de bağlarımızın bulunduğunu bir kenara koyamayız. Aynı şekilde Arap coğrafyası ve Körfez ülkeleriyle köklü bir geçmişimiz bulunurken Afrika ile de yakın ilişkilerimiz mevcut. Netice itibariyle bulunduğumuz coğrafya ve binlerce yıllık geçmişimiz bizi böylesine çeşitli bir ortaklık mimarisi oluşturmak için teşvik ediyor. Biz bir NATO ülkesiyiz diye Türk dünyası ve İslam dünyası ile bağlantımızı kopartamayız. BRICS ve ASEAN bizim için özellikle ekonomik iş birliklerimizi geliştirmek için fırsatlar barındıran yapılar. Bu yapıların içinde yer almak NATO’dan vazgeçmek anlamına da gelmiyor. Bu ittifak ve iş birliklerinin, özellikle birbirinin alternatifi olduğunu düşünmüyoruz. Bugünün dünyasında bazı uluslararası gerilimler olsa da soğuk savaş dönemi çok geride kaldı. Bize “BRICS’e ya da başka bir yapıya girmeyin” diyenlere baktığınızda yıllardır parçası olmak için çalıştığımız Avrupa Birliği’nin kapısında bizi yıllarca bekletenlerle aynı kişiler. Biz bunlara bakarak asla geleceğimizi belirleyemeyiz.
‘MHP İLE YENİ ANAYASA HAZIRLIKLARIMIZI BÜTÜNLEŞTİRECEĞİZ’
Yeni Anayasanın zorunluluk olduğunu her fırsatta ifade ediyorsunuz. İlk 4 maddenin de Cumhur İttifakı’nın kırmızı çizgisi olduğunu söylediniz. Ancak muhalefetin çeşitli gerekçelerle sürece katılmama gibi bir direnci var. Muhalefetin bu ısrarlı uzlaşma arayışınızda samimi davranacağını düşünüyor musunuz?
Muhalefetin bir defa başta bu ilk 4 madde olmak üzere, bu konularda zaten herhangi bir ciddiyeti söz konusu değil. Onlar bunu sadece söylerler. Ama bu noktada iktidar ne söyler ne düşünür, böyle bir düşünceleri yok. Biz Cumhur İttifakı olarak bu konuda durduğumuz yerdeyiz, kararlıyız ve aynı kararlılıkla yolumuza devam ediyoruz. Türkiye’yi geleceğe, çağın gereklerine uygun, sivil, kapsayıcı, özgürlükçü yeni bir anayasa ortaya koymadan hazırlayamayız. Hiç de çekinmemeliyiz. Bakın dünya hızla değişiyor. 45-50 yıl öncesinin bakış açısıyla, üstelik darbeciler tarafından kaleme alınmış, yamalı bohçaya dönmüş bir anayasa ile bu değişime ayak uydurmak mümkün değil. Bizim çok diri, yeni bir anayasa ile geleceğe yürümemiz lazım. Konuyu ilk 4 maddeye sıkıştırmadan, “Biz nasıl bir anayasa yapmalıyız?” sorusuna odaklanmalıyız. Bizim anayasanın ilk 4 maddesiyle herhangi bir sorunumuz söz konusu değil. Bütün bunlarla beraber anayasanın satırları arasında dolaşan darbeci zihniyetle bizim problemimiz var. Ülkemizin gençlerinin geleceğini inşa edecek, onları dünya ile rekabete hazırlayacak vizyoner bir anayasaya bizim ihtiyacımız var. Biz bunu yapacağız. Zaten Cumhur İttifakı olarak Milliyetçi Hareket Partisi hazırlıklarını yaptı. Biz aynı şekilde hazırlıklarımızı yaptık. Bu hazırlıkları birbiriyle bütünleştirerek yolumuza inşallah devam edeceğiz. Güçlü bir anayasayı inşallah oluşturacağımıza inanıyorum.
‘YOK OLALIM İSTİYORLAR, İÇ CEPHEYİ ÇÖKERTTİRMEYİZ’
30 Ağustos’ta yaptığınız konuşmada iç cepheye vurgu yaptınız ve dediniz ki; “Ekonomik zorluklar, günlük siyasetteki tartışmalar bize kalıcı zarar veremez. Ancak iç cephemizde bir gedik açılırsa bu son derece maliyetli olur ve hepimiz kaybederiz” dediniz. İç cepheyle ilgili milletimize mesajınız ne olacaktır?
İç cephe bizi biz yapan değerlerdir. Biz aynı şeye sevinme, bunun yanında aynı şeye üzülme, aynı şiirde duygulanma, aynı marşta göğsümüzün kabarabilmesi halini hep birlikte yaşamalıyız. Bütün bunlarla beraber iç cephe hedeflerimiz, bizim Kızıl Elmamızdır. 30 Ağustos konuşmamda ağırlıklı olarak bunun üzerinde durdum. Bizi o hedeflerden vazgeçirmeye, bizi yılgınlığa düşürmeye, bizi usandırıp umutsuzluk girdabına sürüklemeye çalışanlar, işte o iç cepheyi hedef alıyor. Biz o iç cepheyi çökerttirmeyiz. Orada çok kararlıyız. Bütün bunlarla beraber şunu bir defa demeliyiz. Zorluk mu var, aşarız. Sorun mu var, çözeriz. Sıkıntı mı var, birlikte üstesinden geliriz. Düştük mü, birbirimize tutunur yeniden kalkarız. Renklerimiz, şeklimiz farklı olabilir ama bir araya gelir en eşsiz motifi oluştururuz. İşte iç cephemizi çökertmeyi amaçlayanların odaklandığı yer bu ruh. Bu ruhu paramparça etmeye çalışıyorlar. Bir daha birbirimize tutunmayalım. Kendi kapsüllerimizde herkesten ayrı köşelerde ömür tüketip, yok olalım istiyorlar. Biz bunlara bu fırsatı da kesinlikle vermeyeceğiz. Kararlılıkla yolumuza devam edeceğiz.
Türkiye’nin Haziran 2023’ten bu yana uyguladığı ekonomi programı içeride ve dışarıda yakından takip ediliyor. Programın uluslararası alandaki takibinin önemli geri dönüşlerinin başında da elbette bu kredi derecelendirme kuruluşlarının not artışları geliyor. Son olarak geçen açıkladığı not artışının ardından 1 Kasım’da Standart and Poors’dan da bir not artışının gelebileceğine dair mesajlar var. Dolayısıyla ekonomi programının performansı seyri konusundaki görüşlerinizi merak ediyorum.
Ekonomide artık zor dönemleri geride bırakıyoruz. Uyguladığımız programın başarısını artık bizden çok uluslararası kuruluşlar ortaya koyuyor. Bizim şu an odaklandığımız konu, milletimizi zorlayan enflasyon meselesidir. Enflasyonu dizginlemeyi başladık ve kalıcı dezenflasyon sürecini başlattık. Enflasyonda anlık değil, ayakları yere sağlam basan bir gerileme görüyoruz ve bu hızlanarak devam edecek. Vatandaşımız enflasyondaki bu gerilemeyi hissetmeye başladı ve önümüzdeki dönemde daha hızlı bir şekilde bunu görecekler. Fırsatçılarla mücadelemizi de kararlı bir şekilde sürdüreceğiz. Onlara göz açtırmayacağız. Hedeflerimizi tutturduk ve yolumuza disiplinli bir şekilde devam ediyoruz. Üstelik bunları çevremizdeki karışıklıklara ve istikrarsızlık kaynaklarına rağmen başardık. Yola da bu şekilde devam ediyoruz.
‘KILIÇ MESELESİNDE HAK ETTİKLERİ CEZAYI ALACAKLAR’
Benim sorum AK Parti’ye ilişkin olacak. Kongre sürecini başlattınız ve çok güçlü bir değişim sinyali veriyorsunuz. Neyi ve neleri değiştirmeyi düşünüyorsunuz? Bir de 15 Temmuz’dan sonra sivil asker ilişkileri özellikle de silahlı kuvvetlerin demokratik dönüşümü konusunda çok önemli adımlar attınız ama belli ki bir ikinci kademe reform bir ihtiyaçta Ankara’daki son kılıç çatma hadisesinden sonra ortada duruyor gibi. Bu noktada da birtakım tedbirler alacak mısınız?
Biz Türkiye’ye 23 yıldır yeniyi anlatıyor ve yeniyi sunuyoruz. O yeninin içinde bizi biz yapan değerlerimiz en taze biçimde yer alıyor. Hazreti Mevlana’nın dediği gibi pergelimizin bir bacağı işte o değerlerde sabit, diğer bacağımız alemi dolaşıyor. Biz, milletin mesajını en doğru biçimde okuduk, o mesajı gereğini yerine getirmek için değişim diyoruz. Sözünü ettiğimiz değişim bir yeniden doğuş hamlesidir. Yunus’un dediği gibi “Her dem yeniden doğarız. Bizden kim usanası?” Biz şimdi bunun gereğini yerine getiriyoruz.
Kılıç meselesine gelince, bu mesele birkaç kendini bilmezin ne yazık ki ortaya koyduğu bir karmaşaydı. Şu anda gerek Milli Savunma Üniversitesi, gerek Kara Kuvvetleri Komutanlığı, gerekse Milli Savunma Bakanımız, müşterek çalışmalarını sürdürüyorlar ve bu işin içerisindekiler kimlerse bunların hak ettikleri cezayı almasını temin edeceğiz. Burası kendini bilmezlerin at oynattığı bir meydan değil. Biz bu kendini bilmezlerin at oynattığı meydana ülkemizi kesinlikle bırakamayız. Buna göre de adımımızı atacağız. Savunma Bakanımız ve Savunma Üniversitemizin başındaki hocamızla bir araya geldik, görüşmelerimizi yaptık ve inşallah en kısa zamanda bu işi neticeye ulaştıracağız.”
(HABER MERKEZİ)